KAYBETMEYENLER

21. yüzyılın posmodern aşk hikayelerini alışık olmadığınız bir tarzla anlattığım kitabıma hiç alakası olmayan bir şey eklemek istedim. Yazmaya başlarken nasıl olması konusunda bir fikrim vardı ancak düşünce zihnimde ilerlerken tedirginlik sardı beni. Neden böyle bir şey oldu, bilmiyorum.

Delik Deşik Hikayeler kitabımda size hep 21. yüzyılın kaybedenlerini yazdım. Kaybeden adamları, kadınları; mütemadiyen hüzüne sarılan fikirleri… hep böyle şeylerdi. Peki, kaybetmeyenler? Onlar kim? Var mıdır sahiden hiç kaybetmeyen kadın ya adam? İnsanlığı geçecek olursak; bitki, hayvan, eşya… yani canlı cansız ne olursa olsun hiç kaybetmeyen bir şey var mıdır yer yüzünde?

2013 yılında “Notlar” başlığı altında başladım bu hikayeye. Aslında hikaye denmez ama siz, öyle deyin.

Hatırladığım kadarıyla; 2013 yılında Ankaradan, İstanbul’a seyehat ettiğim otobüsteki adam bu satırları bana yazdırmaya başladı. Hatırlamıyorum yine ama galiba Bolu’da ilk fikir düşmüştü kafama: Kaybetmeyenler, kimler onlar?

Bahsi geçen şahıs, iyi bir firmada satış görevlisiydi. Maaşı, cebimdeki paranın çok fazla katıydı. Çoktu yani. İyi bir iş, iyi bir eş, iyi bir ev… herkesin hayalindeki hayat yani. Toplantı için gidiyordu İstanbul’a; zaten sürekli hayatıyla, parasıyla, eşiyle ilgili şeyler anlatıyordu. Fakat bunlardan öyle bir bahsediyordu ki hiç kaybetmemiş gibiydi. Yeryüzündeki her şeyin en iyisini almış ve çok yüksek katlı bir binanın yine yüksek sayılan bir dairesinden bizi, yani kaybedenleri izliyordu.

Konuşması bile farklıydı, anlamadığım bi sürü kelime kullanıyordu. Ben, sokak edebiyatı okuyup mezun olmuştum. O ise, burjuva edebiyatı. Bir lisan problemi vardı aramızda ama bozuntuya vermiyordum.

İstanbul’da, Harem Otogarında indiğimizde beni taksiyle Kadıköy’e bıraktı. Gideceği yerle alakası yoktu, yolunun üzeri dahi değildi ama böyle bir incelikten kaçınmadı. Taksiden inerken bana 200 TL uzattı ve ekledi; “Türk Edebiyatına ufak bir çorba.” Yahu edebiyatı niye ırksal kavramlara göre ayırıyorsun be adam, diyecektim ki ırkçılık kokan cümle ve elinde duran 200 TL beni frenledi. Tabii aldım tahmin ettiğiniz gibi. Aslında almamın sebebi, paramın olmayışı ya da fakirlik edebiyatı değil. Adamın küstahlığına verdiğim bir cezaydı.

İşte bu olay beni, kitapla alakasız olan bir konuyu yazmaya sürükledi. 2015 yılındayız şimdi ve o adamı tanıdığım günden bugüne tam 2 yıl geçti.

Kaybetmeyenler… 2 yıl boyunca bir sürü insan tanıdım. Bir sosyal deney yaptım hepsinde. En yakınlarına kadar sızdım. Fakat bir tane bile kaybetmeyen görmedim. Öyle biri olamaz. Eğer benim tanımadığım varsa da o korkak biridir. Vasıfsız biridir. Engellenemez bir kibir sahibidir. Kredi kartı limiti kadar egosu vardır. Bir işçinin 1 aylık maaşını tek gecede yiyebilen ve buna hiç acımayan biridir…

Laf fazla uzadı sayın okuyucu, farkındayım. Toparlayıp, sigaralarımızı yakalım haydi.

Kaybetmek, asillerin kolay becerdiği bir iştir. Meslek haline dahi getirenler var. Bizim için, yani sen, ben, o ve diğer tüm kaybedenler için, kazanmak ya da kazanmamak arasında bir fark yok. Biz, sadece ne zaman hüsrana uğrayacağımızı bekleriz. Öyle değil mi? Bence, öyle.

Hiç kazanmamış bir adam olarak derim ki; biz, sokakta “ben tek, siz hepiniz” diyen çocuklarız. 3-5 kuruş para, birkaç insan, değersiz eşyalar yıkamaz bizi.

Zamanın afilli kaybedenlerine itafen; hadi, birer sigara yakalım.

Yorum bırakın