KIYAM

Her kış Ankara’da aynı isyan ve sitem olur. Zenginler, varoşların bacalarından şehrin üzerine bir sis bulutu gibi çöken, ciğerlerini rahatsız eden soba dumanına isyan eder. Varoşlar da zenginlerin arabalarının egzozlarından çıkan dumana sitem… Bu her kış böyle olur.

İşte şimdi, o kış aylarının birinin saçma bir öğleden sonrasındayım. Aslında sabah her şey güzel başlayacaktı. Başlamaması için de bir sebep yoktu.

Gözlerimi açtığımda henüz yeni doğuyordu güneş. Şehrin üzerinde biriken karbonmonoksitin ve bulutların arasından bize ulaşmaya çalışıyordu. Odanın perdeleri kapalıydı ancak manasız bir aralıktan güneş ışığı tam gözümün içine süzülmüştü. Gözlerimi açtım. Karşımda soğuk bir duvar vardı. Soğukluğu mevsimsel olarak hissettim. Gözlerimin altında oluşan yaşa bağlı çatlaklardan içeriye doğru giriyordu soğuk hava dalgası ve inan bu çok can yakan bir durumdur.

Senin yattığın tarafa dönmek istedim fakat hala çok uyuşuktum. Kedi familyasına ait herhangi bir birey gibi bütün kaslarımı gerdim ve omurgamı iyice esnettim. Fark ettim ki artık sabahları bel ağrısı ile uyanıyorum. Bu bir şeylerin artık yolunda olmadığının göstergesiydi aslına bakarsan.

Yavaşça senin yattığın tarafa doğru dönmeye başladım. Önce sırtımın üzerine sonra da sol kolumun üzerine yattım. Fakat gözlerimi ilk açtığımda duvarın bir beden küçük kardeşiyle karşılaştım. Kardeş oldukları için aynı soğukluk onda da mevcuttu. -aslına bakarsan ben galiba bir anlığına senin gitmiş olduğunu unutmuşum-

Duvardan başka bir de gözüme 295 gün önce giderken çıkardığın ve benim o günden beri asla yerinden kıpırdatmadığım pijaman çarptı. Kafamı kendi omzuma doğru eğdim. Ona bakmaya başladım. Bir tekstil ürünü ne kadar can yakar, bilir misin? Sahi, sen ‘canının yanması’ nedir bilir misin? Bilmezsin. Bilmezsin canım, çünkü ben senin canını hiç yakmadım. Hiç gitmeye kalkışmadım. Bunlar boyumdan büyük işlerdi. Ben sadece bağrıştığımız anlarda sana sarılmayı bildim. Bir de, sarılırken dünyadaki hiçbir ipeğin kalitesi ile karşılaştıralamayacak olan saçlarını sevmeyi. Başka bir şey gelmedi elimden. Yani öyle senin gibi cesur olamadım. Delikanlı hamleler yapamadım. Hem sen demez miydin; çok korkak bir adamsın, diye. Belki de haklıydın. Eğer korkak olmasaydım şu an şehir şehir seni arardım ancak ben, evin sokağa bakan penceresinin önünde, senin rengini çok sevdiğin koltuğa sırtımı yaslamış, mütemadiyen seni düşünüp hikayeler ve mektuplar yazıyorum. Evet, ben bir korkağım. Kabul ediyorum. Sana özlemlerim şu sıralar arttı, tahammül edilmez bir boyuta ulaştı artık. Sen öğleden sonraları işten eve gelirdin. Ayaklarını uzatırdın. Yorgundun, her halinden belliydi bu. Gözlerini kapatıp, olduğun yerde uyuyakalırdın. Karışmazdım hiç sana. Uyumanı izlerdim. Tanrım, dünyanın en güzel manzarasıydı sanki; öyle güzel uyurdun.

Aslında demem o ki; bana ağır geliyor artık bu anlar, anılar. 43 koca yıl geçti annemden özgürlük biletimi kaptığım o günden bugüne. Ve bu 43 koca yılın anılarına baktığımda birçoğu seninle ilgili. Yorucu bir şey bu canım, inan. Artık katlanamıyorum bu duygusal acıya. Hem sadece duygusal bir acı olarak kalsa iyi. Bedensel olarak da bir süredir acı çekiyorum. İlaçlar fayda etmiyor. Morfin verdi geçenlerde doktor. Ama gözlerimi kapattığım, senin o karanlığın içinde olduğun her vakit ben acı çekmeye devam ettim. Fazla uzattım lafı. Diyeceğim şu aslında; doktor birkaç tetkik yapmak için hastaneye çağırdı beni. Şüphelendiği şeyler varmış. Davranış ve karakter bozukluğu bunun başında geliyor. Yani bir süre olamayacağım canım. Hastanede kağıt ve kalemim olursa sana yazmaya devam edeceğim. Okumadığını bile bile durumdan haberdar edeceğim seni.

Sabah uyandığında sırtına bir hırka almayı, ayaklarına çorap giymeyi ve elini yüzünü yıkadığın suyun sıcak olmasını ihmal etme. Kahvaltıda bol bol vitamin al. Dışarıya çıkarken sıkı giyin ve o güzel ellerine eldivenler al en kısa zamanda. Biliyorum, bu kış da eldivensiz geziyorsundur fakat unutma, bu kış ben yokum yanında canım. O yüzden dikkat et epey bir. Her neyse, fazla uzattım lafı. Hastanede olduğum her vakit pencereden rüzgara nefesimi bırakacağım, tenine ulaşsın diye. Rüzgar demişken, sigara içerken pencereni ört, açık tutma ki sigarandan çalmasın.

Hoşçakal

1996/Ankara

Yorum bırakın

Menü