GİTME(K)

Çok kısa bir sözcüğün bir sürü anlam taşıdığı bir saate denk geldi yalnızlığım ve seni hatırladım ben yine – ki seni unuttuğum nadirdir, bilirsin – Sonsuz bir varoluş ve var olma mücadelesinin tam ortasındayım. Apansızın gitmiş olman alt üst etmişken her şeyi bir de seni hatırlamak belası ile kavgalıyım şu sıralar. Ve ben nicedir, yani gidişinden bu yana geçen sürede hep düşündüm; “Gitmek” nedir? Bir insan neden, nasıl, nereye ve niçin gider? Gitmek eylemi ne zaman can bulur bir insanın aklında ve gittiğin zaman; giden mi yanar, bırakıp gittiğin mi yoksa gidilen mi? Bu soruların hiç birinin cevabını bilmiyorum. Tek bildiğim; her neredeysen, şu an orası çok güzel. Çok yaşanılası. Gökyüzü gibi. Deniz gibi. Irmaklar gibi. Bileklerini gıdıklayan sular gibi.

Gitmek eyleminin beden bulmuş haliyim ben, biliyorsun sen de bunu ve sana giderken de demiştim. Bir eylemi harekete geçirdin bedenimde. O eylem hareket ettikten sonra fikre dönüştü ve ben hep gidenler, gitmemiş olanlar, gidecek olanlar üzerine düşünmeye başladım. Sanırım bir görevim var benim bu boş ve anlamsız yeryüzünde. Sadece gidenleri uğurlamak ile ilgileniyorum. Herkesi uğurladıktan sonra, akşam evine bir hevesle dönen, dükkânının kepengini bir kuşun kanat çırpması gibi bir eylem sanarak indiren plastik satıcısı gibi heyecan dolu olacağım. Eminim buna. Sen bazen derdin bana, emin konuşma diye. Ama canım, canımdan ötem, fikirlerimin can bulmuş hali; artık bedenim senin gitmiş olma fikrini kaldırmıyor ve düşüncelerimin buna tahammülü yok. Şaka kaldırmıyor gidişin, bil derim. Bil ki; şu an her kimin yanındaysan yahut birinin yanına doğru yola çıkmışsın eğer onu da terk etme. Lanet ve pis ve işkence dolu bir eylem bu, yapma. Bir daha bunu kimseye yapma. Yaparsan eğer bir tane daha ben yaratmış olursun ve hep derdin, bu dünyada senden bir tane daha olması şaşılacak iş doğrusu, diye. Aklıma geldi bak yine, ne güzel şaşırırdın sen. Kara gözlerin nasıl kocaman açılırdı ve hayretler içinde bakardı ta gözlerimden de öteye. Ağzın nasıl bir hal alırdı. Bu anlarda bazen zamana müdahale etmek isterdim. Mesela dursaydı o an zaman. Ben sana bakakalsaydım yüzyıllar boyu. Yüzyıllarımı almış gibiydi seni sevmek ve ben o yüzyıllık hasretle baksaydım sana. Hatta belki sarılırdım bile. İnan bana canım, sen olsan eğer yerimde, bir anlığına gözlerimden kendine bakıyor olsaydın, sen de böyle düşünürdün.

Bu sana yazdığım kaçıncı mektup, kaçıncı satırlar; inan bilmiyorum. Sürekli ve her halimle sana yazma isteği var içimde. Biliyorum, ölmeyecek hiçbir zaman. Ve şunu da biliyorum ki, yaşamımın sonuna dek senden başkası olmayacak hayatımda. Gülüp geçerdin şimdi burada olsaydın bu sözüme ama inan canım, inan bana öyle.

Bunları gecenin en karanlık saatinde yazdım sana. Tahmin edersin ki, sabaha az kaldı. Güneş doğunca ben kalkıp hazırlanacağım, sokaklara çıkacağım ve önüme ilk gelen postaneye gireceğim. Mektup göndermek istiyorum, diyeceğim.
Adam, tabii diye yanıtlayacak ve benden hiç kimsenin bilmediği, hiç kimsenin bilemeyeceği bir yanıt isteyecek. “Adres bölümü boş beyefendi, adrese ne yazalım?” Bir cümle ancak bu kadar hüzünlü olur değil mi? Anlamazsın ama sen. Nasıl anlarsın biliyor musun? Eğer bir gün ben senden gidersem, yani buna cesaret edersem ve sen soğuk bir Ankara sabahında, aynı soğuklukta bir postane memurundan aynı soruyu alırsan ve ısrarlı gözlerle sana bakıp yanıtlamanı isterse ne demek istediğimi anlarsın. O zaman anlarsın gitmek neymiş ve nasılmış. O zaman anlarsın ben olmak nasılmış ve sensiz yahut bensiz nasıl yaşanırmış. Yaşanabilir miymiş, anlarsın!

Sahi sormayı unuttum, gittiğin yer bu kadar soğuk mu? Eğer soğuksa fena. Sıkı giyin üzerini ve sabahları sıcak bir şeyler içmeyi ihmal etme. Bir de ayakların çabuk üşür, çorapsız gezme yaşadığın yerde. Ve en önemlisi ellerin; ellerini ihmal etme. Hatırlar mısın, ellerin yeni bir yaşamın başlangıcı gibi, derdim. Şüphem yok hala aynı güzelliktedirler.

Çok fazla uzattım yine, biliyorum. Kafanı şişirdim seninde. Kusura bakma. Sana bir şeyler anlatmayı seviyorum, elimde değil. Her neyse, son olarak şunu belirtmek isterim ki; seni hala çok seviyorum ve eminim ki hala sevdiğim kadar güzelsin. Hoşça kal canımdan ötem, hoşça kal…

Soğuk bir Ankara Kışı
1994-Şubat / KIZILAY

Yorum bırakın