SİS

Güneşin doğmasına tam bir saat var. Işıkları yakmadım bu gece. Her yerin karanlık olmasını istedim. Ben bazen karanlığı sise benzetirim. Özellikle yalnızsam o karanlıkta. Ellerimle yarmaya, dağıtmaya çalışırım. Bunu hep yaparım, sen bilmezsin. Sen varken hiç yapmadım korkarsın diye. Ya da sen varken huzurlu hissediyordum kendimi, ondandır belki. Yani bir sebebi vardır işte, fazla uzatmayalım.
Karanlıkta insan en savunmasız halini yaşar. Çıplak gibi hissedersin kendini. Baktığın her yer tek bir renge boyanmıştır: Siyah. Simsiyah her bir yan. Es kaza bir adım atsan belki takılıp düşeceksin. Hani şu serçe parmaklarımızı çarptığımız sehpalar var ya, belki de ona sıkı bir tekme atacaksın. Bilemezsin ne olacağını ve bu yüzden insan korkar hep karanlıktan.
Ama bu gece korkmuyorum karanlıktan. Üstüne üstüne gidiyorum. Onu yenemem belki ama kendimi yenerim. Sahi, insan karanlığı nasıl yener? Işıkla mı? Yani gidip lambayı yaksan onu yenmiş mi olursun? Yoksa yenilmiş mi olursun? Bana kalırsa yenilirsin. Tıpkı düşmanını gördüğünde silahını çeken adam gibi. Silahı olan her zaman yenilir canım, söylemiştim daha önceki konuşmalarımızda bunu.
Ellerimle yarmaya çalışıyorum karanlığı. Belki de sis bu önümdeki, kestiremiyorum. Ama ellerimi hareket ettirdikçe karanlığın tam ortasında bir kadın görüyorum. Sana benziyor. Sana benzemiyor sonra. Saçları sarı. Sonra kırmızı oluyor. Sonra ise siyah oluyor. Siyahın içinde siyahı seçiyorum. Sen olsan şimdi keşke yanımda. Öperdin yanaklarımdan ve sarılırdın bana, uyurdum hemen. Uykusuzluk belası ile yine başım dertte şu sıralar.
Şu sıralar dediğime bakma, sen gittiğinden beri yani. Mütemadiyen bir hüznün içine hapsettin beni, farkında mısın? Farkında olsan ne değişir. Çıkıp gelir misin? Bilsen halimi, çaresizliğimi, acizliğimi gerçekten çıkıp gelir misin? Gelmezsin. Gelemezsin. Gitme, dediğim zaman kızardın. Git, dediğim zaman küserdin. Aklıma geldi bak yine. Bir insan ancak bu kadar güzel olabilir küsünce. Küçük kara gözlerinin boş boş etrafa bakması belki de bir dağın tepesinden güneşin doğuşunu izleyen bir turistin göremeyeceği bir manzara sanki. Bir de ellerin var. Daha önceki mektuplarımda bahsetmiştim ellerine olan hayranlığımdan ve bir kez daha yinelememin bir sakıncası yok sanırım burada. Küstüğün zaman ellerini bacaklarının üzerinde koyacak bir yer bulamaz halde saklardın. İlişmesin gözlerim diye. İlişirse gelip sana ve küskünlüğüne sırnaşırım, bilirdin bunu.
Sözde karanlıktan konu açacaktık. Bak, ellerinde buldum kendimi yine. Vazgeçemedim hala ne senden ne de sana ait olan tek bir parçadan. Canım, inan bu sana yazdığım kaçıncı mektup bilmiyorum. Bilmek istemiyorum. Bıkmıyorum sana yazmaktan. Fakat üzülerek belirtmek isterim ki bu sonuncusu mektuplarımın. Artık yazamayacağım sana. Dur, surat asma hemen. Bir dinle önce beni. Haklı bulacağına şüphem yok.
Hatırlar mısın, sana gençliğimde nasıl intihar ettiğimi anlatmıştım ve sen de bana kızmıştın. Bir daha sakın yapma, demiştin bunu. Hele sen varken asla yapmayacağıma söz vermiştim. Ama sen yoksun artık ve ben sözümü bozdum on beş dakika önce. Özür dilerim, biliyorum kızıyorsun bana ama artık dayanamadım. İnan sen olsan sen de sensizliğe boğun eğerdin ve yenilirdin.
Her sabah kokun olan bir evde uyanmak nasıl bir şey bilemezsin. Her sabah senin yattığın tarafa gülümseyerek uyanmak nasıl bir keder oluşturuyor bende bilemezsin. Her sabah kahvaltıda masaya iki çay bardağı bırakıp daha sonra o ikinci bardağa dalıp kederlenmek ne demektir bilemezsin. Es kaza senin kıyafetlerinin olduğu dolabı açıp kazağınla karşılaştığımda gözümden akan yaşın ne derece ağır ve içimi yakan bir şey olduğunu bilemezsin. Bilemezsin canım. Sen, sensiz nasıl yaşadığımı, yaşamaya çalıştığımı bilemezsin. Bu kocaman evde her gün ne yaptığımı asla bilemezsin.
Biraz sonra kalemi elimden bırakacağım ve bedenimi çürümeye terk edeceğim canım. Kim bulacak bedenimi? Kim sahiplenecek ya da toprakla buluşturacak, bilmiyorum. Tek bir şey istiyorum, ölüm tutanağına sensizlikten hayatımı kaybettiğimi not düşsünler, yeter.

Sana aldığım bir şiir kitabının önüne yazmıştım: Ömür mevsimler gibidir canım. Bazen yaz, bazen bahar, bazen ise kış. Kestiremiyorsun hangi mevsimin öncelikli olduğunu ama sen bana gözlerini açtığın her sabah baharı yaşattın. Evvela ve her şeyden önce teşekkür ederim. 
Hatırladın mı bunu? İşte canım artık mevsim kış ve aylardan Aralık. Aralığın 26’sı oldu. Yani demem o ki; Ölüm tarihim: 26.12.1998

Soğuk bir Ankara kışı yine

Yorum bırakın